|
|
|
Aşka Şeytan Karışır - (İstanbul Okuyan Us Yayınları)
HANDE TÜREL ALTAYLI
İstanbul Okuyan Us Yayınları
Sıradan insanlar yoldan çıkmaz, en masumlar günahkar olmaz, iyiler kötülük yapmazdı; eğer aşka şeytan karışmasaydı... Gençliğin verdiği cesaretle zor bir aşkın içine gözü kapalı giriverir Aslı. Toplum kurallarını, ahlakı, vicdanı, ayıbı bir kenara atarak, teyzesinin sevgilisi Ömer’e kaptırır kalbini. Sevgilisinin evli olması bile umurunda değildir ilk başlarda. Ama kıskançlıklar, sorgulamalar, hayaller ve hayal kırıklıklarının ardından çareyi kaçmakta bulur. Yıllar sonra, artık olgun bir kadın olduğunu sandığında Ömer tekrar çıkar karşısına. “İnsanın kaçmak isteyip de koşamadığı rüyalar gibiydi.
Büyülenmiş, duruyordu. Onu hayatında ilk kez, bu gece gördüğüne yemin edebilirdi. Kasıkları ateşe verilmiş gibi alev alev yanmaya başladı ve içi korkuyla doldu. Kalbi sıkıştı, niye on altılık bir küçük kız gibi titreyip duruyordu teyzesinin sevgilisinin karşısında? Bu adamı daha önce hiç çekici bulmamıştı ki... Erkek olduğunun bile farkında değildi. Çığlık atmak istiyordu ama gel gör ki, üzerinden geceliği sıyrılırken itiraz etmeyi bile başaramadı. Tanımadığı bir duygu bütün vücudunu sarmıştı. Böyle bir şeyin varlığıyla karşılaşmak bile, dünyanın hiç de güvenilir bir yer olmadığının kanıtıydı. Burası, bizim bildiğimiz, alıştığımız ve tanıdığımızı sandığımız yer değildi.
Her köşesinde farklı boyutlara açılan gizli kapılar vardı ve türlü tuzaklarla insanı, ne yapıp edip kendisine yenik düşürüyordu. Yapmam dediğimiz şeyleri yaptıran, söylemem dediğimiz sözleri söyleten bir gücün esiriydik. Ve bu güç, bizim içimizde, tohumlarımızdaydı. Bir sınırın çok yakınına gittiğimizde, o sınırın orada olmadığını görüyorduk. Sınırlar mı sürekli değişiyordu, yoksa zaten onlar bizim var olmasını dilediğimiz seraplar mıydı?”
|
|
|
|
Tarihin Saklanan Yüzü - (1998, İstanbul İnkılap Kitabevi)
Çetin ALTAN
1998, İstanbul İnkılap Kitabevi
Biz Türk cumhuriyetçileri, Osmanlı tarihinin boşluklarını, karanlıklarını, bilinmezlerini ve şimdiye dek kalıplaştırılmış abartmalı yakıştırmalarla şişirme yorumlarını, soylu bir akıcılığın, objektif bir bilimselliğin ve sağlıklı bir 'doğruyu arama merakının' beyinsel ve evrensel terazisi içine oturtamadık.
Osmanlı hanedanının kulları, zaten bunu yapamazlardı.
Kullar, efendilerinin tarihini ya onlara yaranmak, ya kendi kulluklarının önemini cilalayıp parlatmak için, efendilerinin olağanüstü kişiler olduklarını göstermek duygusuyla yazarlar.
Cumhuriyet dönemi ise silah gücünden çok, insanın fizik gücüne dayalı bir savunma düzenine bağımlı kaldığından, Osmanlı tarihini hamaset körüklerini çalıştıran bir propaganda aracı olarak kullanmayı yeğledi ve tarihin tekrar tekrar değerlendirilip tekrar tekrar yorumlanma gereğini resmi bir görüşün çerçevesi içinde dondurdu...
Böylece doğruları daha çok arama özgürlüğünün yerini kafadan atma bir böbürlenmecilik aldı ve bu böbürlenmecilik de kuşaktan kuşağa büsbütün dogmalaştı.
Geçmişimizdeki insan ilişkileri üstüne sanat alanında değişik çeşitlemeler yapma ve bunları insanlığın evrensel serüvenlerine armağan edebilme olanakları kısırlaşıp bücürleşti.
İdam Edilen 44 Vezir-i Azamın Dramı adlı kitapçıkta aynı ailenin kendi çevresindeki üst düzey kullara ne kadar acımasız ve ölümcül davrandığının profilini çizmeye çalıştık...
Öldürülmüş Şehzadeler ve Devrilmiş Padişahlar'da ise Osmanlı hanedanının kendi ailesi içindeki bitip tükenmeyen kanlı ve anarşik iktidar kavgalarının bir profilini çizmeye çalıştık.
Her iki kitap da Osmanlı ailesinin şimdiye dek su yüzüne çıkarılmak istenmemiş siyasal cinayetlerinin insanı dehşete düşüren kanlı bir antolojisidir.
Dondurulmuş ve çarpıtılmış bir tarih dogmatizmiyle insan aklının ortaklaşa yarattığı evrensel ve görkemsel sanat ve bilim kubbelerinden hiçbirine merdiven kurulamaz.
(Arka Kapak)
|
|
|